Geçen hafta, Kaymakam Orhan Şefik Güldibinin, Tarsus kent merkezindeki tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması gerektiği, bu amaçla kent merkezinin başka bir alana taşınabileceği yönündeki önerisinin Tarsus için çok yararlı olacağını düşündüğümü belirtmiş ve bu öneriyi desteklemek amacıyla eski bir yazımdan uzun bir alıntı yapmıştım.
Yaklaşık dört yıl önce Tarsus Üzerine Hayaller başlığıyla bu köşede yayımlanan o yazıda ben de, Tarsusun köklü bir tarihe ve zengin bir kültürel mirasa sahip olduğunu, ama kentimizde o mirası hatırlatacak bir hava ve düzenleme olmadığından bahisle biran önce, eski eserlerden, tarihi kalıntılardan, ürünlerden, bilgilerden, anılardan oluşan o zengin mirasın gün yüzüne çıkarılması gerektiğini, bu amaçla düzenlenecek bir proje çerçevesinde kent çevresinde yeni alanlar yaratılabileceğini ve kent merkezinin boşaltılarak yeni alanlara taşınabileceğini, boşaltılacak kent merkezinin, yoğun kazı, restorasyon faaliyetleri sonucunda yeni düzenlemelerle, aynı zamanda yaşayan bir müze kente dönüştürülebileceğini belirtmiştim.
Kaymakam Güldibinin önerisini içeren Yeni Doğuştaki haberin bütününden, Güldibinin, Tarsusun turizm pastasından daha çok pay alması açısından böyle bir öneriyi dile getirdiği anlaşılıyor.
Yukarıda özetlediğim Tarsus Üzerine Hayaller yazısı da aynı amacı taşıyordu.
Oysa böyle bir projenin gerçekleşmesi, sadece kentimizin turizm gelirinin artması açısından değil, şu, büyükşehire bağlanma meselesi gibi bambaşka bir nedenden dolayı da çok önemli.
Hükümetin, TÜİKin 2011 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçlarına göre nüfusu 750 binin üzerindeki kentleri büyükşehir statüsüne kavuşturmayı amaçlayan yasa tasarısını hazırladığı bilgisi gazetelerde yer aldı. Aynı tasarı büyükşehir belediyesi sınırını il sınırına çıkarmayı da içeriyor ve özellikle bu düzenleme, AKPnin kale düşürme operasyonu olarak nitelendiriliyor. Bu nitelendirmeyle de açıkçası, AKPnin, bir türlü başarıya ulaşamadığı İzmir, Adana, Mersin, Eskişehir, Diyarbakır vb. kentlerin büyükşehir belediye başkanlıklarını ele geçirmeyi hedeflediğine işaret ediliyor. Ayrıca yine bu düzenlemeyle eyalet sistemine hazırlık yapıldığı görüşü de ortalıkta dolaşıyor.
Yerel yönetimlerde köklü değişiklikler içeren bir yasa tasarısının şehircilik ilkeleri ve kentlerin tarihsel, kültürel kimlikleri gözetilerek hazırlanmış olması gerekir elbette.
Tasarıya bu açıdan yaklaşıldığında Tarsusun Mersin Büyükşehir Belediyesine bağlanması konusunda şunlar söylenebilir:
Bu olasılığın gerçekleşmesiyle, Tarsus ve Mersin arasında var olan, zihinlerdeki görünmez duvar yıkılabilir; her koyun kendi bacağından asılmaz ve böylece sorunlara daha bütüncül yaklaşılabilir; sorunların çözümüne yönelik kapsamlı ve büyük projeler üretilebilir; kaynak israfı önlenmiş, tasarruf sağlanmış olur.
Fakat öte yandan, zamanla, Tarsus kimliğini kaybedebilir ve Tarsusluluk diye bir kavram kalmayabilir.
Bu tehlike sadece Tarsusla sınırlı değil elbette. Örneğin Oktay Ekinci konuyu değerlendirdiği yazısında, birçok ilçemizin kendine özgü köklü kültür ve kimlik değerleri bulunduğunu vurguladıktan sonra, Muğlada ise Bodrumdan, Milastan Datçaya, Köyceğize, Fethiyeye uzanan kimlikli ilçelerimize büyükşehir kuşatmasının ne kazandıracağını birisi anlatsa da öğreniversek diyor.
Ekinci ayrıca, bizde büyükşehir kavramının, 80lerde yasa çıktığında Dünya söylemindeki metropol karşılığında kullanıldığını hatırlattıktan sonra, metropolün, aslında birden fazla, hatta çok sayıda bitişik ve iç içe geçmiş kentin, hem bağımsız kimliklerini sürdürdükleri, hem de bütüncül bir büyük kent oluşturdukları yerleşmeleri tanımladığını belirtiyor.
İşte Tarsusun başarması gereken budur. Hem Mersinle bütüncül bir büyük kent oluşturmak, hem de bağımsız kimliğini sürdürmek.
Bağımsız kimliği sürdürmenin yolu da yukarıda sözünü ettiğim o köklü tarih ve kültürel zenginliğe yaslanmaktan, oralardan güç almaktan geçer.
Tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması ve kent merkezinin aynı zamanda yaşayan bir müze kente dönüştürülmesi, turizm gelirlerinin artırılmasının dışında işte bu bakımdan da çok önemlidir.