Türkiye kaynıyor... Türkiye kanıyor...
Taksim’i yayalaştırma projesi çerçevesinde Gezi Parkı’nda yapılan ağaç kesimini protesto etmek ve daha fazlasının kesilmesini önlemek amacıyla direnen yaklaşık 50 kişilik gruba polisin sert müdahalesi
ve “polise eşlik eden, ‘’ne oldukları, kim oldukları bilinmeyen birilerinin direnişci grubun çadırlarını içindeki eşyalarla birlikte yakmalarıyla başladı her şey. Bu sert müdahale ve eşliğindeki vahşi eylem sanki bir işaret fişeği görevi gördü. Sonrasında binlerce insan Gezi Parkı’na akın etti. Daha sonrasında ise gösteriler tüm yurda yayıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül demokrasinin sadece seçim demek olmadığını ve mesajın alındığını söyledi. Ama Başbakan Erdoğan’ın mesajı aldığına dair bir işaret yok.
Oysa asıl muhatap Erdoğan. Çünkü yürütme organının başı o. Ayrıca göstericilerin Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’ne yürümeleri ve Ankara’da da Başbakanlık Binası’nı hedef almaları asıl muhatabın o olduğunu gösteriyor.
O, mesajı almak bir yana 67 ile yayılan göstericileri “birkaç çapulcu” olarak niteliyor, “Tencere tava, hep aynı hava” diyerek yaşananları hafife alıyor. Daha da fecisi, kendi yandaşlarını sokağa dökmekten söz ediyor. Doğrusu bir başbakanın böylesine sorumsuzca konuşabilmesi insanın tüylerini diken diken ediyor.
Erdoğan’ın sorumsuzluğu söyledikleriyle sınırlı değil. Ülke kaynarken yurt dışı seyahate çıkması da bir başka sorumsuzluk örneği. Hatırlarsanız Reyhanlı’da 52 yurttaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan patlamalardan hemen sonra da, daha enkazlar temizlenmeden ABD gezisine çıkmıştı.
Erdoğan’ın sorumsuzluğu, bir asker öldürüldü diye İspanya’ya yapmakta olduğu geziyi yarıda kesip ülkesine dönen İngiltere Başbakan’ı David Cameron’ın davranışıyla karşılaştırılacak olursa daha iyi anlaşılır.
Peki, Cumhurbaşkanı Gül’ün “alınmıştır” dediği mesaj neydi? Bir başka deyişle halk, algıladığı şekliyle nelere tepki gösterdi? Bir çırpıda, aklımıza geliverdiği şekliyle sıralayıverelim:
Her gün azarlanmaya, ayar verilmeye...
İkinci sınıf vatandaş olarak görülmeye...
Ötekileştirilmeye...
Kibire...
Saygısızlığa...
Başkanlık sistemine...
Tek adamlığa...
Yaşam tarzına müdahaleye...
“İki ayyaş”a...
Polis baskısına...
Biber gazına...
En masum öğrenci eylemlerinin şiddetle bastırılmasına...
Yargı bağımsızlığının zedelenmesine...
Yargının siyasallaşmasına...
Çeşitli adlar altında görülen, inandırıcılığı kalmayan davalara...
Muhalif milletvekillerinin hapiste tutulmasına...
Cezaya dönüşen uzun tutukluluk sürelerine...
Savunma hakkının kısıtlanmasına...
Gizli tanığa...
Medyanın susturulmasına...
Yandaş medya yaratılmasına...
Muhafazakârlaşmaya...
Din devletine dönüşme tehlikesine...
4 4 4’e...
Betonlaşmaya...
Çevreye karşı duyarsızlığa...
Tiyatroların kapatılmasına...
Toplumda laik-dindar, alevi-sünni ayrışmasının derinleşmesine...
Sünniliğin dayatılmasına...
Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesine...
Yavuz Sultan Selim’e...
Suriye politikasına...
Ülkenin maceralara sürüklenme tehlikesine...
Atatürk’e saldırılmasına...
TC’nin silinmesine...
Ulusal bayramların unutturulmak istenmesine...
Laiklik ilkesinin zedelenmesine...
Yeni Osmanlıcılığa...
(...)