Gerek konu komşudan, gerek kadın programlarından dinleyerek, gerekse de artık günümüzde olduğu gibi, emzik misali elinde zaten sürekli bulunan cep telefonundan internete girivererek, hızlıca okunuveren birkaç yazı ile olunan doktorluk şeklinin hepsine birden topluca 'doktorculuk' diyebiliriz.
Elbette ki eğitim her şekliyle iyidir. Okumak her şekliyle faydalıdır, araştırmak her yönüyle geliştirir insanı. Lakin birkaç sütun yazı okuyup, internette birkaç web sitesi dolaştıktan sonra eğer kendini doktorcuk zannediyorsan, bilginin deneyim ile yoğrulduktansonraki adının artık 'ilim' olduğunu bilmiyorsan, komşunun bir cümlesi hekiminin sözlerinden daha kıymetli ve öncelik taşıyorsa, işte o zaman kendine dön ve bir sor bakalım: Ben ne yapıyorum, ne yapmaya çalışıyorum?
Günümüzde sanki birçok kişi yemek yerken, otobüs durağında beklerken vs. cep telefonundan internet aracılığıyla okuduğu birkaç sayfa yazı ile birkaç dakika veya daha iyi ihtimalle saat içerisinde, internet üniversitesinin tıp fakültesinden mezun olmakta gibi...Hatta birkaç dakika daha okumayı ve araştırmayı sürdürüp üzerine youtube dan birkaç video falan da izlerse, artık kendini ihtisas da yapmış farzetmekte gibi...
Hele de birkaç yakınına, onlarca gittiği doktorun bir türlü teşhis edemediği tanıları koymaya başlayınca yandı gülüm keten helva. Artık üst ihtisas mı tamamladığını zanneder, akademik kariyerinin zirvesine tırmandığını mı onu bilemem...Bu da ulu google a sorulabilir:)
Bakın size şimdi hiç bilmediğiniz bir süreci anlatacağım. Bir hekim, hastasının şikayetini dinlerken ve muayenesini yaparken, zihni, beynindeki labirentin içinde kıvrıla kıvrıla yol alır...Bir labirentten çıkınca, önüne başka sapaklar, başka labirentler çıkar da çıkar.
Tüm bu yolları ve dehlizleri, tüm hekimlik bilgisi ve tecrübesi ile aşıp, anamnez (hastanın anlattığı şikayet ), muayene bulguları, laboratuar ve radyolojik verileri yorumlayıp güzelce harmanlar, ayırıcı tanı yapıp, tanısını koyar ve tedavi planını oluşturur.
Normal koşullarda bir hekimin muayene esnasında beyin çalışma programı yukarıda anlattığım gibidir.
Ancak şimdilerde hastaya ayrılan vaktin önemli bir kısmı, hastanın, doktorun tanısı ile kendisinin koyduğu tanıyı yarıştırmasını izlemekle ve/veya hastayı ikna etmeye çalışmakla geçmekte maalesef...
Kuşkusuz burada hekimlerin hastadan beklentisi, sorgusuz sualsiz bir itaatkarlık değildir.
Tam burada, aynayı bir de bizim tarafa tutmam gerek. Ne hastasını yeterince dinleyecek, ne muayene edecek ne de tanısını, tedavisini açıklayacak kadar geniş zamana sahip olamayan hekim arkadaşlarımın , günde 80-100 hasta bakarken, hekimlik sanatının ne kadarını icra edebildiklerini ve bundan duydukları mesleki doyumsuzluğun ağırlığını tahmin etmek çok da güç değil...
Aynayı bir başka yöne çevirdiğimizde ise, gerek teşhis ile varılan sonucu, gerekse tüm tedavi usullerini etraflıca anlattığınız halde, bir türlü memnun ve tatmin olmayan/olamayan bir insan güruhunu görürüz. 15 yıllık tecrübe ile sabit:)
Hasta-hekim ilişkisinde, olmasını beklediğimiz 'güven-itaat-itikat' örüntüsü günümüzde şüphesiz ki çok zedelenmiştir. İtikatkelimesinin sözlük anlamı; doğruluğuna kalben, gönülden tasdik ederek inanmaktır.
Eskilerde bu örüntü gelişmediğinde doktor doktor gezilir imiş ya, şimdilerde ise bu örüntü oluşamadığında veya oluşsa bile sanırım kişi yine de site site gezerek, sanal alemde örüntüyü geliştirmeye çalışmaktadır... Eee ne söylemeli, arama motoru ile iyi yolculuklar dilemekten başka...
Aman ha dikkat edin hız yapmayın, parmaklarınız ekranı yavaş yavaş kaydırsın. Neme gerek, çok faideli bir bilgiyi birden gözden kaçırıverirsiniz de tanı/teşhis/tedavi yarım
En nihayetinde 'koruyucu hekimlik' en önemlisidir, benden söylemesi:) (Arama motoru için anahtar kelime: tırnak içindeki italik sözcükler :))