Ağlamak, duyguların en dayanılmaz halini dayanılır hale getirme çabasıdır…
Hüzün, neşe, acı, keder, mutsuzluk, sevinç gibi, duyguların had seviyeye ulaştığı zamanlarda, bedenin normalleşebilme çabasıdır aslen…
Hani geniz veya buruna bir molekül girdiğinde hapşırık yolu ile atmaya çalışır ya beden.. Ya da yutağa yaklaşan bir yabancı cismi öksürerek uzaklaştırmaya çalışır…
Ağlamak da, iç ya da dış koşulların yarattığı bu yeni duruma uyum sağlama çabasıdır…
Horlamak ise, uyku esnasında oluşan yeni durumda adeta bilinçaltının çığlığı basmasıdır…Söylenemeyip depolananların dışa vurulma zamanı…
Şimdi burada küçük dilin şişmesi, düşmesi gibi, durumu ruhsal manada çok basite indirgeyen ve belki hiçe sayan, kanıta ve somuta dayandıran fizyopatolojik bakış açısına girmeyecegim…
Yazılarımı okuyanlar az çok bilirler ki, tarzım, bilindiklerin dışında başka bilinenler olduğunu, en genelgeçer ve kabuledileduran doğruların dışında, başka gerçekliklerin de olduğuna dikkat çekebilmek doğrultusundadır…
Her neyse, asıl konuya devam edelim. Bazen söyleyecek söz bulamamaktan, bazen içini kemirip duran gerçeklerden, bazen sevinmekten, bazen de elinden yapacak hiç birşey gelmediğinde çaresizlikten ağlanır…
Ağlamak, tıpkı bebeklerde en ilkel halinde bile olduğu gibi, olması veya olmaması istenileni dile getirme çabasıdır kısaca dostlarım…
Bazen içi ağlar insanın da, o minik yaşlar bir türlü dökülemezler göz pınarlarından…
Oysa çıkıverseler oradan, beden de, ruh da, zihin de sakinleşip duruluverecekler…
Bazen açık açık, salya sümük, hıçkıra hıçkıra, bazen içli içli, sessizce ve gizlice ağlanır. Çok bildik değil mi? Hemen her türlüsünü, hemen hepimiz yaşadık… Çünkü bu olası, çünkü bu insani bir durum…
Bazen duygular, bazen düşünceler oldukları yerden çıkıp gözyaşı bezine dolarlar sanki ve oradan her biri, bir damla yaşın üzerine uzanıp, pınardan yuvarlanıverirler…
Bazen kendiliğinden akıverirler… Kalsın içimde dersin tutamazsın hatta tam tersine çoğala çoğala akar…
Kimi zaman da, sanki tüm o duygular kalbinden yürüyüp boğazına kadar gelir gelir de bir türlü oradan geçemez düğümlenir tıkanır orada ve ağlanamaz...
Kimisi ağlarken söylenir, ne varsa içinde gelmişinde geçmişinde bir anda döker saçar, kimisi ise olur kapı duvar ...
Gülene, hapşurana, horlayana hiç şaşırmayız acımayız da, ağlayana tepkilerimiz tuhaf ve çeşitli olur…
Bazen ne yapacağımızı bilemeyiz ağlayan kişi karşısında, bazen üzülür içleniriz, bazen anlamsız buluruz, bazen okşar sarılırız…
Ancak net olan şu ki, ağlayan insana kayıtsız kalamayız…
Ve dikkat ettiniz mi hiç ağlamazdan önce kabarmış olan tüm o duygu ve düşünceler, ağlama sonrası duruluverirler…
Yok erkekler de ağlar, yok orada ağlanır burada ağlanmaz, yok estetik ağlamaydı değildi gibi klişelere, tahmin edeceğiniz üzre, hiç girmeyeceğim…
Cevapsız sorular, çözümsüz görünen sorunlar, acı kayıplar, geçmiş travmalar, olması istenen ama olmayanlar, olmaması dilenen ama olan şeyler ağlatır insanı…
Nedenler çoklu çoklu, farklı farklıdır ancak sonuç aynıdır: Ağlamak güzeldir… Rahatlatır gevşetir hem ruhu hem bedeni…
Çözülemeyenler kalsa da, belki acı gerçekler değişmese de iyi gelir ağlamak…
Tıpkı şarkıdaki gibi (Sezen Aksu 1981)… ‘‘Ağlamak güzeldir /Süzülürken yaşlar gözünden/ Sakın utanma/ Ağlamak öfke / Delicesine nefret/ Doruklarda aşk/ Doyumsuz sevinç/ Kahreden keder/ Ağlamak şu gelip geçici dünyada/ Her şeye rağmen var olmak demek…’’
Ve yazının tamamını okuyup idrak edenler ne olur ağlayan mavi gözyaşları olan ikon falan göndermeyiniz...Daha iyisi Sezen’den 2.44sn dinleyin melodiyi, giriverin sözlerin içine ve şayet süzülebildiyse eğer gözyaşlarınız, var olduğunuzu duyumsayın yeter…
Bir de ne oldu, niye ağlıyorsun falan gibi sorular da sormazsanız sevinirim nitekim ağladığım falan yok. Sadece içimden geldi ve yazıya döktüm o kadar…
Sevgiyle kalınız…