Sizde de oluyordur; bazı günler dilimde bir şarkı veya türküyle uyanıyorum ve o bütün gün, hatta bazen günlerce beni bırakmıyor. İşte şimdi de iki gündür Neşet Ertaş'ın Aşkın Beni Del'eyledi türküsünü mırıldanıp duruyorum.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, "Ne zaman bir köy türküsü duysam/Şairliğimden utanırım" diyor ya, ben de ne zaman bir Neşet Ertaş türküsü duysam onun derinliğine, enginliğine, zenginliğine bir kez daha hayran olurum.
Bizim kuşak malûm radyo kuşağı; radyoyla büyüdük. Onu radyoda ilk kez ne zaman dinlediğimi hatırlamıyorum; fakat "mahalli sanatçı" olarak anons edildiğini çok iyi hatırlıyorum.
Cumhuriyet ülkeyi Osmanlı'dan cılız bir ekonomi ve yetersiz bir yol ağıyla devralmıştı. İnsanlar genellikle kendi bölgeleriyle sınırlı bir yaşam sürüyorlardı. Dolayısıyla yerel ağızlar baskındı. Genç Cumhuriyet o dönemin en etkili kitle iletişim aracı radyoyla İstanbul Türkçesini yurt geneline yaymak, yerleştirmek ve böylece "dil birliğini" sağlamak istiyordu. Türküleri de Mustafa Geceyatmaz'ların, Nezahat Bayram'ların sesinden hep o Türkçe ile dinliyorduk.
Neşet Ertaş gibi baskın yerel ağızla türkü söyleyen sanatçılar ancak mahalli sanatçı olarak mikrofonlara çıkabiliyorlardı.
60'lı yılların sonlarından itibaren ve 70'li yıllar boyunca ülkede güçlü bir arabesk rüzgarı esti.
Arabeski köyden gelip kentlerin çeperlerine yerleşen, henüz "tutunamamış", kendini ezik, gariban hisseden kitlelerin beslediği söylenir. O rüzgarın esmesinin bir nedeni daha olabilir. O yıllarda türküler radyoda bir bağlama grubu ve bir ritm saz eşliğinde hep aynı düzenlemeyle söylenirdi.
Oysa arabeskte işin içine başka enstrümanlar ve elektronik girmiş, ses zenginliği elde edilmişti. Genç kuşaklar yenilik istiyordu.
O yıllarda türkülerin bir parça geri kalmasıyla birçok halk ozanı gibi Neşet Ertaş da yurt dışına, Almanya'ya gitti.
Oradaki gurbetçilere çalıp söyleyerek ekmek parasını kazandı.
80'li yılların ortalarına gelindiğinde arabesk rüzgarı dinmese de yavaşladı. Belki de arabeski besleyen kitle artık tutunmuştu, hep öyle acılı, ağdalı müzik istemiyordu. Hatta "acısız arabesk" bile yapıldı, ama tutmadı. İşte o dönemde türküler geri döndü.
Çünkü türküler insanın her duygu durumunu karşılayacak zenginliğe sahipti.
Bu geri dönüşte 1982 yılında TRT Müzik Dairesi Türk Halk Müziği (THM) ve Oyunları Müdürlüğü'ne atanan Mehmet Özbek'in de büyük rolü vardı.
Çünkü Özbek, o zamana kadar sadece anonim türkülerin seslendirildiği TRT'de türkü formunda bestelerin de yorumlanmasının yolunu açmış, böylece repertuar zenginliği sağlanmıştı.
Ayrıca THM orkestralarına tar, kaval, kabak kemane vs. gibi çalgıları katarak ses zenginliği yaratmıştı. Böylece daha doyurucu düzenlemelerin de yolu açılmıştı.
Günümüze gelirsek... TRT Müzik kanalındaki bazı THM programlarından hareketle şunlar söylenebilir: Soliste eşlik eden, söz gelişi on veya on iki kişilik orkestrada bir bağlama bulunuyor.
Diğerleri Türk ve Batı müziğinin çeşitli enstrümanlarından oluşuyor. Düzenlemeler genellikle akustik ağırlıklı.
Birgün Neşet Ertaş'a, kendini hoca olarak tanıtan ve çoğu kişinin de öyle bildiği, bağlama ile türkü çalıp söyleyen birini nasıl bulduğu sorulduğunda, "Valla bu delikanlı kendince çalıp çığırıyor ama, benim yüreğimi hiç sızlatmıyor," yanıtını vermiş
Açıkçası türkünün gümbür gümbür bağlama sesiyle gürül gürül akmadığı bu yeni düzenlemeler de benim yüreğime dokunmuyor; fakat elden ne gelir, zaman onu getirdi. Neşet Ertaş'ın türküleri ise zamansız.
Onlar yeni sanatçılar tarafından yeniden yeniden yorumlanacaklar ve böylece o, kuşaklar boyu insanlara seslenmeye devam edecek.