Kendi kendime konuşuyordum, çok konuşmuşum. Kulak misafiri olmak isterseniz buyurun.
Evde Kal, Hayat Eve Sığar diye evde kalıyoruz.
Dünyayı dolaşmak yerine evin içinde kendimize yolculuk yapıp oda, oda dolaşıp duruyoruz. Ne zamana kadar tamamen eskisi gibi özgür olacağız belli de değil.
Belirsiz BULAŞI eve kapattı bizi de biz kendimize sığdık mı?
Kendimizle çokça kaldık, kendimizi geldik mi?
Eve sığabiliyormuşuz, onu çok iyi anladık.
Nereleri gezmeyi düşünüyorduk ama kent dışındaki evladımıza, atamıza kavuşmak bir yana kentimizin dışına çıkmadık. Sağ kaldığımızda şükür ettik.
Sağlığın bize verilen büyük hediye olduğu, bir nefesin ne kadar kıymetli olduğunu iyice öğrendik mi? Unutulacak gibi de değil ki…Paranın sağlığı alamadığını çok acı şekilde öğrendik. Hem de korkuyla…
Dünya korkudan kabuğuna çekildi sanki.
Hayatın manasını, amacını da bir tutam olsun anladık galiba.Aç gözlülüğün sınırının olmayışı bizi insan olmaktan o kadar uzaklaştırmış ki sosyal mesafe bizi insanlığa yaklaştırdı. O kibirli tavırların kırılıp, insanlığa virüs kadar tehlikeli olduğu da bir ölçü anlaşıldı gibi. Evde kaldığımız sürede çoğumuz kendimizi sorguladık. Ben şahsen belki de önceleri farkına varmaya, fırsat bulamadığım hayatımın akışını sorgulama fırsatı buldum. Olmasa da olur dediğimiz ne çok şey varmış meğer.
Oysa:
Ne çok gereksiz şeyler için ne çok zaman harcayıp, enerjimizi tüketmişiz.
Üretmeyi unutup, tüketimin cazibesine kapılıp varlığımızın temel ögelerini yok saymışız diye kendimizi sorguladık mı? Genelimiz derim.
Kullan at, ye bitir, tüket, tüket, tüket insanı olmuşuz da virüs iyiden gözümüze soktu.
Dolapları giyeceklerle doldurmuşuz ama bir pijamanın içine sığıverdik…
Kimin için almışız o kadar giyeceği. Kim görsün diye? Kendimiz için iki kat yetiyormuş demek ki. Haydi, 5 kat olsun. Ne kadar da açgözlüymüşüz.
Belki üzerindeki etiketi bile duran kıyafetleri bir kenarda unutmuşuz sonra da modası geçti diye giymemişizdir.
Oysa soğuktan titreyen bedenlerin nasıl da ihtiyacı vardır bizim beğenip giymediklerimize. İnşallah düşünmüşüzdür titreyen ayakları. Açlıktan kuruyan bedenleri.
Marka diye peşine düştüğünüz şeylerin bir anlamı kaldı mı? Kullanabiliyor musunuz?!!!
Tıka basa dolu dolapların içi hiçbir derde derman olmayan gereksiz kalabalık olduğunu anladık herhalde. Ne kadar da gereksizmiş ve yorucu da.
Dışarıda aaa bende orada bir foto vereyim diye gitmek için can attığımız yerler gitmeseniz de oluyormuş değil mi? Sadece nefesimizle temiz havayı ciğerlerimizde hissetmek için dua ediyoruz.
Evlerimizdeki ne olduğunu bildiğimiz erzaklarımıza kendi el lezzetlerimizi katmanın hazzını çoğumuz yaşıyoruz. Sakın yoruluyoruz demeyin hazıra ve tüketime dayatılan alışkanlıklarımızmış aslında bizi yoran.
Ne güzel şeyler üreyebiliyoruz, ekmeğin kokusu evimizi nasılda mis gibi sarıyor değil mi? Ve ekmeği eskisi kadar atmıyoruz, kıymetini bildik sankim.
Bulamama korkusu mu düştü içimize necim?
Yeteri kadarını tabağa koyup, fazlasını çöpe atmaz olduk, genelimiz. TUTUMLULUK aklımıza geldi, geldi de unutuvermeyiz keşke.
Daha bir becerikli olduk. Eskilerin elinde ne varsa ekleyip aş yapmasını geri kazandık mı azıcık?
Ne de HÜNERLİYMİŞİZ bizzzz…
Turşuları kurduk, reçelleri kaynattık, yoğurtlar çalındı. Şimdi eskiden yapılmıyor mu diyeceksiniz ama bu kadar da değildi ki.
Evde neler yaparız diye İnternete daldık. Analarımızın becerilerini merak edip uygulamaya daldık mı? Daldık.
Ellerimiz ne kadar da marifetliymiş. Telefon ve bilgisayarın dışında ne güzel yapacak işler buluyoruz. Marifetlerimizin farkında varınca ne güzel şeyler üretiyormuşuz oysa…Olmasa da olur dediğimiz ne çok şey varmış. Yetinmeyi öğrendik. Çoğumuz.
Şükrü ve yetinmeyi unutup açgözlü olmuşuz da fark edememişiz diyorum, kesin bana katılan da çok olacaktır.
Aslında ne de çok gereksizlik varmış hayatımızda. Kimleri hak etmedikleri halde fazlaca değerli kılmışız.
Bazılarına da galiba haksızlık etmişiz.
Sarılmamız gerekenlerle, gereksiz sarmaladıklarımızın mizanını tutturduk. Ne çok gereksiz alakadar olmuşuz, ömrümüzü heba etmişiz, değmeyeceklere.
Ne çok kişiyi görmezden gelmişiz, haksızca. Aile kavramı yeniden kuruldu sanki. Bu bağın, aile değerlerinin zayıflayan yerlerinden tamir olanağı da bulunmuş olsa ne güzel olurdu.
Devlet zoru ile evlat ve ana baba olmanın erişilmez kıymetini bu musibet sayesinde anladık umarım. Kavga edenler de oldu tabi ki de sanal yaşamdan gerçeğe dönmek daha iyidir derim.
Sevdiğine sarılmanın özlemini çekerken, sarılmadığımız günlere belki de hayıflanıyoruz. Sevginin ve gönülden yapılan her şeyin gerçek değer olduğuna yeniden keşfediyoruz gibi.
Koca, koca evlere sığamıyorum diyenler, balkonlara sığdırdı hayatı.
En çok görmek istediğimiz ise yeşildi, balkondan bakabildik. Koca koca apartmanların arasından görmeye çalışıyoruz.
Gerekli miydi? Doğaya bu kadar çomak sokmak?
***
Hayatı eve sığdırırken, ÜRETKEN de OLDUK. Tüket, kullan attan, yap ve üretime geçtik.
Ha bu arada da yerli ve milli değerlerimizin kıymetini anladık mı dersiniz? Anladık sanırım.
Bütün ülkelere sınırlar kapandı, kendi içimizde yetinmeyi öğrendik mi dersiniz? İnşallah, Âmin denir yani.
Evde kendimize yetiyorsak, ülke olarak da kendimize yetebilir miyiz? Tabi ki de yeter de artarız, satarız da.
En önemlisi de TOHUMUMUZ tatbiki. Bizim toprağımızı kendi tohumunuzla yeniden buluşturmaya başlamış oluyoruzun umudundayım...
***
Sosyal medya ve araçları ile sanal bağlar kurulsa da eksik kalan çok şey var.
Sevginin sıcaklığını, kavuşmanın dayanılmaz sarmalamasını hissedemiyoruz.
Bakışların feri sönük kalıyor
Duyguların büyüsü bozuluyor.
***
Hayatımızdaki kısıtlamalar kalktığında, üretimdeki hünerlerimizi unutup, tüketin canavarına köle olacağımız kesin de kendimize bir not düşüp hafızamıza kazırız umudunu da yitirmiyorum.
Kalın Sağlıcakla__Üretkenliğimiz Daim Olsun__Meyrem!ce