Birçok özlü söz ve vecizle, hediyelerle, telefonlaşmalarla bir ‘Anneler Günü’ nü geçirdik. Özündeki ve öyküsündeki halinden sapıp artık kapitalizmin temsilcisi haline gelen Anneler günü…Tıpkı sevgililer günü, babalar günü vs vs gibi…
Her ne kadar bazı günlere, özel anlamlar yüklemeye pek sıcak bakmasam da, anne olan olmayan, yüreğinde ‘sevgiyi’ duyumsayabilen herkesin gününü kutlayayım da adet yerini bulsun bakalım…
Belirtmek isterim ki, bu yazıda asıl yerdiğim kavram, günümüzün tuhaf ‘anne’ leridir. Anneliğe değil, annecilik oynayanlaradır benim asıl lafım.
Öncelikle anneliğin ne olmadığı ile başlamak istiyorum. Annelik, çocuğunun hayatı, ruhu, zihni ve bedeni üzerinde hakimiyet ve kudret sahibi olduğunu sanmak değildir mesela…
Ne çocuğun bedeni, ne de yaşamı, anneninkinin uzantısı değildir…Kendi olamadığı durumları ve vasıfları, çocuğunda ‘oldurtmaya’ çalışmak ise hiç değildir…
Hep annelere yüklenmeyeyim, babalık da bu demek değildir dostlarım... Konu ‘anneler günü’ üzerinden yürüdüğü için, bugün annelere yükleneceğim. Kapitalizmin, ‘özel günler yavrusu’ pek çok ne de olsa. Babalar gününde de, onların ne olup, ne olmadığını masaya yatırabiliriz pekala…
Annelik, birçok kadında gördüğüm gibi, ‘kendini gerçekleştirdiği’ bir oluşum olmamalıdır en azından…
Kendini gerçekleştirmek, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinde en üst katta yer alır.
Bu piramit 5 katlıdır. En alt katta beslenme, uyuma gibi temel fiziksel ihtiyaçlar yer alırken, güvenlik ve barınma ihtiyacı ikinci katta, ait olma ve sevgi ihtiyacı üçüncü katta, prestij, başarı gibi değer ihtiyacı dördüncü katta, kişisel başarı, kişinin potansiyellerini ortaya çıkarma gibi ‘kendini gerçekleştirme ihtiyacı' beşinci katta yer alır.
İşte az önce bahsettiğim kat olan, en üst kattaki 'kendini gerçekleştirme' alanı , zannımca birçok kadının, hatalı olarak annelik vasfını yüklediği kısım oluyor. ‘Anne olmak’ eşittir ‘kendini gerçekleştirmek’ olunca işler karmakarışık bir hal alıyor.
Beşinci katta, öncelikle kişinin kendi potansiyellerini ortaya çıkarıp, kişisel başarı elde etmesi gerekiyor. Birçok anne, çocuğunun üzerinden bu tatmini gerçekleştirmeye çalışmakta gibi duruyor. Kendi üzerinden değil…
Oysa ‘kendini gerçekleştirme’ eylemi, çocuk üzerinden değil, adı üstünde‘kendiniz’ ile yapılan bir eylemdir. Bunun için, illa ki üniversite mezunu ya da bir şey mezunu olmak gerekmez.
Kişilere ve ilgi alanlarına göre değişmekle beraber örneğin, dikiş dikerek, nakış işleyerek, lezzetli yemekler yaparak, kitap okuyarak, bitki yetiştirerek, bir enstrüman çalarak, bir spor alanında ilerleyerek, çeşitli etkinlik ve panellere katılarak, yani kendini geliştirecek , ileriye taşıyacak her hangi bir şey yaparak da kendini gerçekleştirebilir insan…
Anaerkil, ataerkil derken ‘çocuk erkil’ bir dönemi de başlatan, üzülerek söylüyorum ki, çoğunlukla ‘anne’ lerdir…
Klasik tabirle saçını süpürge ettiğini, yemeyip yedirdiğini, içmeyip içirdiğini düşünen, kendini tanıma ve gerçekleştirme yolunda herhangi bir adım da atmamış, değersizlik hissiyle dolu kadın, bir çocuk doğurduğu anda ‘buldumcuk’ olup, onu evinin baş tacı ve söz sahibi yaparaktan, bu yeni çocukerkil oluşumun altına imzasını atmıştır.
Erkek kısmı da sevinmesin hiç, bazı ailelerde bu imzayı babalar atıyor bilesiniz…
Yıllardır, çocuk sahibi olan, gerek hastalarımı, gerek danışanlarımı, gerekse de yakınlarımı ve arkadaşlarımı incelemiş ve irdelemiş bir sağlık profesyoneli olarak söylüyorum bu sözleri…
'Anne olunca anlarsın’ cümlesi de işlemez bana çünkü iki çocuk annesiyim zaten. Hadi ilk anne olduğumda, mevcut bu düşüncelerim değişemedi diyelim, ikinci kez anne olduğumda da ıskalamış olamam herhalde değil mi?
Evet, şüphesiz, ‘Bir çocuk doğar, bir anne doğar’… Doğrudur bu söz…Çocuk ile birlikte yeni görev ve sorumluluklarınız da gelişir, bu da doğrudur...Ancak ne var ki, annelik bir kadının, bir vasfı değildir… Olmamalıdır da zaten…
Kimisi, anne(ve/veya baba) olunca , kadın ve eş olduğunu unuturken, kimisi yaşamın akmakta ve devam etmekte olduğunu unutur gider...
Annelik, ‘Şu hayatta bir şey olamadım, bari anne olayım da görsünler kurumu’ da değildir…
Çocuk, annenin arkadaşı, sırdaşı, dostu, kocası, kralı, prensi, prensesi değildir. Bu ince sınır iyi korunasıdır. Çocuk çocuktur, anne de annedir. Ve baba da babadır elbette...Herkesin yeri belli olmalıdır...
Bunca laf ettik annecilik yapanlara, artık kafi…
Peki nedir, nasıl olmalıdır annelik?
Kısaca annelik, o yavruya sonsuz sevgi duymaktır o kadar...
Onun bedensel gelişimi için yapman gerekeni yapıp, erdem ve ahlak sahibi olması için uğraş verip, hayat deneyim ve edinimlerinle onu beslemektir…Yol göstermektir…
Öğretmektir…Hayat yolunda emin, dik ve kararlı adımlarla yürümesini öğretmek…
Velev ki düştü hayat yolunda, vakur şekilde ayağa kalkmasına yardımcı olmaktır…
Çocuğa sonsuz sevgi duyuyor olmak, ona hata ve yanlışlarını göstermemeyi gerektirmez… ‘Dur’ demeyi de bilmek gereklidir.
Fazla baskı ve sınırlama, çocuk üzerinde nasıl patolojik etkilere sahipse, çocuğa ‘sınırsızlık’ tanınması, olabildiğince özgür bırakılması da bir o kadar patolojiktir.
Biliyoruz ki çocuklar, kabın sınırlarını sık sık kontrol ederler çünkü. Ve aslında o kabın sınırlarının olmasından haz ve güven duyarlar...
Çocuk, ailenin reisi de değildir bu arada dostlarım...
Aileye ait kararlarda çocuğa söz hakkı tanınmalıdır evet bu doğru, ancak günümüzde ailelerin çoğu (anneler demiyorum dikkat) çocuklarını, evin yöneticisi atamışlardır.
Evet, her çocuk annesinin biriciğidir bu doğru lakin dünyanın en akıllı, en zeki, en özel, en çalışkan, en yetenekli, en güzel, en yakışıklı çocuğu da sadece size ait olan çocuk değildir sayın anneler, hatırlatmak isterim...Her çocuk özeldir...
Çocukların teog, ygs vb gibi sınavlara hazırlanıyor olmaları, ders çalışmaları, onların ‘Nasılsın?’ sorusuna cevap vermelerini veya ‘Merhaba!’ gibi iletişim unsurlarını kullanmalarına engel değildir. Hiçbir sınav, sosyallik ve iletişimi önlemeyi gerektirmez, korkmayınız sevgili anneler…
Çocuğu, sınava hazırlanıyor diye odasına mahkum etmek, örneğin bir misafir gelince ‘Hoşgeldiniz’ veya ‘Merhaba’ demek için bile odasından çıkmasını zaman kaybı olarak görmek ve bunu başarmış olmaktan gurur duymak da bir başka nahoş ve patolojik anne durumudur...
Tabi bu basit adab-ı muaşeret kurallarını, ilmi, bilimi, irfanı öncelikle öğrenmesi gerekli olan kişiler anne-babalar, ama en çok da annelerdir.
Öğrenmek ve öğretmekle mükelleftir anneler…
Ama en çok da ‘sevmek’ ile...
Ama hastalıklı bir sevgi değildir bu bahsi geçen…Karşılıksız, beklentisiz, saf ve durudur... Çocuğunu sadece ve sadece ‘Var olduğu' için sevmektir… 'Var ettiği' için değil….
İşte böyle dostlarım…Ben görüşlerimi ortaya koydum. Beğenen alır, beğenmeyen bırakır…Sevgiyle kalınız…