Yazılarımın çok uzun olduğu eleştirisini sık duyduğum için, bazı konuları ve bu konuyu da ikiye bölme gereksinimi doğdu. İki-üç sayfa yazıyı bile uzun bulup okumakta güçlük çekenlere de içerlemedim değil hani bu aradaJ
Ancak, nasılsa konuyu ikiye böldüm rahatlığıyla ben yazmış da yazmış bulundum yine.
Ekranların (cep telefonu, bilgisayar, tablet, TV) sosyal hayatımıza ettiklerini bu yazıda, elektromanyetik alanın beden sağlımıza yaptıklarını ve nasıl korunabileceğimizi gelecek yazıda anlatacağım.
Karşıma çok ciddi bir kitleyi ve cihaz grubunu aldığımın farkındayım bu arada.
Bundan yirmi yıl kadar önce, henüz üniversitede öğrenci iken, hocalarımız bazı kanser türleri ile kronik hastalıkların etkenlerini anlatırken, yüksek gerilimli hatların ve radyo televizyon vericilerinin de bazı malignite tiplerinde etken olabileceğini, bir cümlelik satırda söyler geçerlerdi.
Kimse o kadar da üstünde durmaz, ehemmiyet göstermezdi. Zira bir muhtemel bağımlılık yapabilecek olan tek ekran türü ise o dönem için sadece televizyonlardı (Şimdilerde televizyonun pabucu çoktan dama atıldı).
Zaten, binalardaki elektrik aksamı, TV’ler, radyo televizyon vericileri ve yüksek gerilim hatlarından başka hayatımızda çok da bir elektromanyetik alan yoktu. Nadiren de, bazı evlerde masa üstü bilgisayar olduğunu işitmekteydik J
Bir de o zamanlar cep telefonu diye birşeylerden yenice bahsedilmeye başlanmıştı, ki henüz gözle görmediğimiz için çok afaki geliyordu. Reklamlarda falan izliyorduk.
Derken okulda, ikiyüz kişilik sınıfta birinin cep telefonu varmış söylentisi oldu. Bir gün, cihazı bir kişinin elinde gördük. Büyük siyah anteni olan bir alet. Takip eden günlerde okulda başka öğrencilerin de cep telefonu olmaya başladı. Hatta teneffüste veya derslerde birbirlerini arayıp veya çağrı bırakaraktan dersi kaynatmaya, arkadaşlarını güldürmeye yönelik ergen şakaları falan başladı...
Nereden bilecektik, sözde o şaka aletlerinin gün gelecek aradan yıllar geçecek, gerek sağlığımızı, gerekse de ilişkilerimizi tehdit eden bir unsur haline dönüşüvereceğini…
Ekranların sağlık üzerindeki etkileri, bedensel olarak kalsa yine iyi. Hipnoterapi amaçlı yaptığım ön görüşmelerin çoğunda kadınlar erkeklerin, zaman zaman daha az oranda da olsa erkekler kadınların cep telefonu ve televizyon ile olan sohbet ve münasebetlerinin, kendilerinden daha fazla olduğunu ‘Benimle mi evli, cep telefonuyla mı?’ ya da ‘Hep cep telefonunu tutacağına elimi tutsaydı...’ ‘Keşke televizyonu veya youtube u dinlerkenki gibi beni dinleseydi…’ ‘Telefonu ile kucaklaşıp uyuyor doktor hanım!’ cümleleri ile duymaktayım.
Sadık yar, artık belli ki cep telefonları olmuş, ekranlar olmuş… Yani şöyle sıradan, bilindik anlaşamama hali (Yok evlilik yıldönümü unuttun, yok çiçek almadın, yok senin taraf bunu yaptı benim taraf bunu dedi gibi ) bile bitmiş, yeni bir anlaşmazlık tipi türemiş…
Her eve kuma girmiş de, kimsenin haberi yok gibi…
Şimdi burada akıllı telefon ve bilgisayarlara saldırıp ve saydırıp, kullanmayın etmeyin diyecek değilim. Kendim bizzat şu an bu yazıyı bir bilgisayar aracılığı ile yazarken, bu tür savunmalara girişmek çok anlamsız ve çelişkili olur nitekim.
Aşikardır ve ne acıdır ki, el kadar olan bu cep telefonu denen meretin, akıllı telefona evrilmesiyle birlikte kendisi sanki bir kimlik kazandı ve hayatımızın tam orta yerinde tüm heybetiyle durmakta…Bir hükümran, bir kral gibi adeta… Hepimiz, adeta emrine amade olmuş vaziyetteyiz…
Telefon çalınca aceleyle çantayı, cepleri karıştırıyor veya evin bir yerindeyse en hızlı ve çabuk şekilde kendisine ulaşmaya çalışıyoruz. Bunu anca bir anne, ağlayan bebeğine yapar gibi değil mi?
Yaygarayı basan çocuğun derdine bir an evvel çare olmak için çırpınır ya hani anneler. Hepimiz kolu bacağı oraya buraya çarpıp morartmadık mı çocuğumuzun ağlamasına yetişmek için. Şimdi bu durumun aynısının cep telefonuna yapılıyor olduğunu görmek sizce de çok tuhaf değil mi?
Hani bebekler acıkınca, susayınca veya uykusu gelince huysuzlanırlar ya. Ben bu durumu, kitap okumadığım, okuyamadığım anlarda, zamanlarda veya günlerde yaşarım. Bir huzursuzluk gelir yapışır üstüme.
Belki de insanların yaşamakta olduğu budur. El ve göz, herhangi bir ekrana değmediğinde, huysuzluk baş gösteriyor olmalı ya da olabilir…
En azından bu yavan bağımlılık şeklini, zihnim anca bu şekilde rasyonalize ediyor…Akla uygun hale getirme çabası yani… Zira diğer haliyle kabul edilebilir gibi bir şey değil dostlarım…
Ekranların, yaşamı kolaylaştırdığı elbette kesin. Eğer bu yazıyı şu an gazeteden okumuyorsanız, kuvvetle muhtemel düşüncelerimin size ulaşma aracı ya cep telefonu ya da bilgisayar ekranı…
Basılı yayın da, ne yazık ki, ekranların ettiklerinden nasibini almış. Türkiye İstatistik Kurumunun, gazete ve dergilerin trajının, 2016’da 2015’e göre %20 azaldığını aktarması da, bir başka iç sızlatıcı durum…
İnternetin, cep telefonlarının veya bilgisayarların muazzam geliştirici ve faydalı etkilerini göz ardı edecek değilim dostlarım, ancak hep ve her zaman söylediğim gibi, ‘denge’yi korumak, ‘ölçüyü kaçırmamak’ gerektiği aşikar…
Sevgiyle kalınız…