12 Eylül 1980 darbesi ile Türkiye'de siyasi faaliyetler yasaklanmıştı. Yasağa rağmen, kapatılan Adalet Partisi'nin (AP) Genel Başkan'ı ve darbe öncesinin Başbakan'ı Süleyman Demirel, partilileriyle ilişkilerini koruyor ve Bir Bilen sıfatıyla perde gerisinden yönlendirmelerde bulunuyordu.
Nitekim 1987 yılında yasağının kalkmasıyla birlikte, daha önceden, kapatılan Adalet Partisi'nin doğrultusunda kurulan Doğru Yol Partisi'nin (DYP) Genel Başkanlığı'na seçildi.
12 Eylül öncesi Demirel'in belli başlı rakibi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan'ı Bülent Ecevit ise bambaşka bir yol izledi. Yasaklı olduğu dönemde CHP ve CHP'lilerle ilişkisini kesti. Yasağın kalkmasını takiben, Bir Bölen nitelemesini göze alarak, daha önceden, 1985 yılında eşi Rahşan Ecevit tarafından kurulan Demokratik Sol Parti'nin (DSP) Genel Başkanlığı'nı üstlendi.
Daha sonra anlaşıldı ki, Ecevit'in bu davranışı, CHP içindeki hiziplerden ve parti içi çekişmelerden bıkmış olmasından ve ayrıca yeni kurulacak yapıda da aynı hastalıkların devam edeceğini görmesinden kaynaklanıyordu. Ecevit'i bıktıran hiziplerden biri Deniz Baykal'ın adıyla anılıyordu.
Bu arada CHP'nin kapatılmasıyla oluşan boşluğu doldurmak amacıyla Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kurulmuştur. Deniz Baykal, SODEP Genel Başkan'ı Erdal İnönü'den randevu talep eder. Bundan sonrasını İnönü, Anılar ve Düşünceler kitabının ikinci cildinde şöyle anlatıyor:
Ziyaret saatinde, parti merkezinde odamın kapısını açtığımda karşımda Baykal'la birlikte içeri girmeye davranan foto muhabirlerini gördüm ve birdenbire, bir propaganda senaryosunda bana ayrılmış bir rolü haberim olmadan oynamak üzere olduğumu fark ettim. Bu durumu yadırgadım ve fotoğrafçıları içeri almadım.
Görüşmede Baykal SODEP'e katılmak istediğini bildirir. İnönü'nün olumlu yanıt vermesi üzerine, Yalnız bir şartım var der; Benimle beraber SODEP'e katılmayı bekleyen arkadaşlarım var. İlan edeceğiniz günde bir tören yaparak hep birlikte partiye girelim.
Bu şart üzerine İnönü'nün tutumu değişir. Çünkü buna izin vermesi durumunda yine bir hizbin SODEP'te yerini alması görüntüsü verilecektir. Böyle bir şartı kabul edemeyeceğini, ama tek tek hiçbir eski CHP'linin girmesine itirazının olmadığını söyler.
Erdal İnönü'nün Baykal ile ilgili anıları bu kadarla sınırlı değildir.
SODEP ile Halkçı Parti (HP) birleşmiş, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adını almıştır. İnönü yine Genel Başkan'dır. 1988 kurultayında Deniz Baykal Genel Sekreter seçilir. Birlikte çalıştıkları süre içinde yakından tanık olduğu Baykal hizipçiliğini İnönü, Can Dündar'ın onunla yaptığı söyleşiden oluşan Anka Kuşu kitabında şöyle anlatıyor: Tabii bu tuhaf bir şey Parti içinde ur gibi bir şey oluyor. Onunla beraber yaşamak çok zor oluyor. Hatta o çekirdek sonunda partiye egemen olsa da karakterini değiştirmiyor, kendi grubundan başkasına olanak vermiyor. O bakımdan bir hastalık bu maalesef
Daha sonra CHP Genel Başkan'ı olan, fakat girdiği hiçbir seçimde partisini başarılı kılamayan, hatta 2007 yılındaki seçimden sonra iki gün evden çıkamayan Baykal, tam da istediği tüzük değişikliklerini yaptırmış, karşısına yeni bir genel başkan adayının çıkmasını neredeyse olanaksız hale getirmişken, özel yaşamıyla ilgili ortaya çıkan bir kaset nedeniyle genel başkanlıktan ayrılmak durumunda kaldı.
Daha sonraki gelişmelerden anlaşılıyor ki, bu, taktik bir ayrılmaydı. Yoğun talep ve ısrarlı baskılar sonucunda partiyi güç durumda bırakmamak için büyük bir özveride bulunarak yeniden genel başkanlığı üstlenecekti. Fakat kamuoyunda esen güçlü bir rüzgâr sonucu bu plan tutmadı ve Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlık koltuğuna oturdu.
Aynı Baykal şimdi, uzun yıllar birlikte çalıştığı Önder Sav ile tüzük değişikliği talebiyle yine sahnede. Oysa bu ikili, biri genel başkan öbürü genel sekreter koltuğunda otururlarken o tüzüğü memnuniyetle uygulamıştı. Öyle anlaşılıyor ki, görünürdeki tüzük değişikliği talebinin arkasındaki asıl amaç, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nu kuşatmak. Bu amacı gerçekleştirme yolunda Baykal, Pazar günü toplanacak kurultaya egemen olabilmek için divan başkanı olmak istiyor. Kılıçdaroğlu'nun divan başkanlığını önerdiği Adnan Keskin ile temas kuruluyor, nabız yoklanıyor, telkinlerde bulunuluyor. Keskin'in geri adım atmaması üzerine, divan başkanlığı konusunun kendisi dışında, çevresindeki arkadaşları tarafından gündeme getirildiğini, böyle bir talebi olmadığını belirten ve klasik Baykal yöntemini yansıtan açıklama geliyor. Son açıklama ise kurultaylara katılmamayı düşünüyorum şeklinde.
Kamuoyunda, CHP'liler ancak kurultay düzenler; onu da uygar bir biçimde yapamazlar, kavga gürültü çıkarırlar; bunlar ancak laf üretir algısı pekişiyormuş; CHP giderek umut olmaktan çıkıyormuş, ne gam; önemli olan parti içi iktidar.