Türkiye günlerdir Hrant Dink davasında mahkemenin verdiği, cinayetin örgüt işi değil de birkaç heyecanlı gencin marifeti olduğu yönündeki kararı tartışıyor.
Öyle görünüyor ki, karar kamu vicdanını tatmin etmedi.
Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kamuoyunun genel tepkisini gördüğünü, rahatsızlıklar olduğunu söyledi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve çok sayıda hükümet üyesi de benzer şekilde düşüncelerini dile getirdiler ve hemen hepsi sürecin daha tamamlanmadığını belirterek Yargıtay'ı işaret ettiler.
On binlerce kişiden oluşan kalabalıklar kararı protesto etmek için Hepimiz Ermeni'yiz pankartlarıyla sessiz yürüyüş yaptılar.
Muhalefet partileri ve köşe yazarları da kendi görüşleri doğrultusunda tartışmaya katılıyorlar.
Bütün bu tartışmalar, yürüyüşler, yorumlar olağan. Çünkü Dink davası önemli ve çok yönlü bir dava.
Bu süreçte bana olağandışı görünen ve bu yazıyı yazmama neden olan gelişme ise Mahkeme Başkanı Rüstem Eryılmaz ile davanın savcısı Hikmet Usta'nın karara ilişkin konuşmaları ve basın aracılığıyla birbirlerini suçlamaları.
Eryılmaz, Kamuoyu bizden savcılık yapmamızı bekledi Soruşturmayı polis, savcılık yapar Savcı da zaten şüpheden bahsetti ama (örgütle) bağlantı tespit edilemediğini söyledi diyerek suçu savcıya/savcılığa atarken, Savcı Usta, Mahkeme yasaya aykırı davrandı Örgüt de var, delil de var. Hem de fazlasıyla var Örgüt yapısının olmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermek suretiyle yasaya aykırı davranıldığı anlaşılmaktadır söylemiyle karara tepkisini ortaya koydu.
Ulusların, tarihi kişiliklerden, olaylardan, bazı kurumlardan, ilkelerden, kavramlardan oluşan ortak değerleri vardır. Nasıl, bir çapa koskoca bir gemiyi dalgalara, akıntılara kapılmaktan, başıboş sürüklenmekten, savrulmaktan korursa, bir ulusun ortak değerleri de o ulusu aynı şekilde korur. Ortak değerler, ulusun ayağının yere sağlam basmasını, geleceğe güvenle bakmasını, bir ve bütün olmasını, diri kalmasını sağlar ve zaman okyanusunda dalgaların, rüzgârların önünde savrulmasını önler. Hukukun üstünlüğü ilkesi, yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı da o ortak değerlerdendir; öyle olmalıdır.
Ne yazık ki, AKP Türkiye'sinde ortak değer diyebileceğimiz bir şey kalmadı. Bu kapsamda sayabileceğimiz her şey yoğun bir biçimde tartışıldı ve yıpratıldı.
Yanlış anlaşılmak istemem. Elbette düşünce özgürlüğünden ve her konunun tartışılabilmesinden yanayım. Fakat tartışmalar doğruyu bulma niyetiyle yapılmalı ve belli bir düzeyi ve ciddiyeti olmalı. Bizdeki tartışmalar ise öfke, kin, öç alma duyguları eşliğinde, kara çalma yöntemiyle ve yıpratma, itibarsızlaştırma amacıyla yapılıyor. Böyle olunca da kurumlarda, kişiliklerde aşınmalar, yıpranmalar kaçınılmaz oluyor. İşte, Mahkeme Başkanı Eryılmaz ve Savcı Usta'nın tutumları bu söylediklerime -ne yazık ki- güzel bir örnek oluşturuyor.
Öte yandan, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye, gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıktan sonra ne birinci sınıf demokrasi, ne de dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisinden birisi olabilir Yargı belki de reform konusunda en geride kaldığımız alanlardan biri diyor.
Babacan'ın sözlerinin altına imza atmamak mümkün değil. Yargı alanında reform gerekliliği sanırım tartışma götürmez bir olgu olarak karşımızda duruyor. Fakat bu gereklilikten yola çıkarak yapılanlar, yapılacaklar önemli. Daha doğrusu, neyin nasıl yapıldığı önemli. Reform, doğruyu bulma niyetiyle ve toplumsal uzlaşmayla yapılmalı.
Bugüne kadar yapılanlar ise daha çok, yargıyı kendine bağlama, yargıyı kendileştirme görüntüsü çiziyor. Böyle olduğu için beklenen amaç gerçekleşmiyor. Ortak değer olması gereken, dolayısıyla üzerinde titizlenilmesi gereken hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ilkesi zarar görüyor; yargı kurumu yıpranıyor. Bu kadarla da kalmıyor, geniş ve derin toplumsal yaralara neden oluyor.
Örneğin, 2. Ergenekon davası sanıklarından olan İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, mesleğinin hekim olmasının verdiği sorumlulukla, savunmasının başlangıcında, Silivri Cezaevinde tutukluların yaşadıkları sağlık sorunlarını örnekleriyle dile getirirken şöyle diyor: Bu dava sürecinde yaşanan hastalıklar ve ölümler, sanıklarda aslında bir yargılama sürecinde değil bir Rus ruleti sürecinde bulundukları izlenimi yaratmıştır. Sanıklar kendilerine ve diğer sanıklara sessizce ve derin bir endişe ile, gözleriyle sormaktadır. Şimdi sıra kimdedir? Ve mahkeme heyetine soruyor: Adalet insanları öldürür mü hâkim Beyler?
Hiçbir somut delile dayanmadan ve tümüyle akıl ve mantıktan uzak, hayali suçlamalar nedeniyle otuz ayı aşkın bir süredir tutuklu olduğunu belirttikten sonra, İsyan ediyorum diyor Hilmioğlu; Sadece hekimliğimden değil, insanlığımdan da utanıyorum.