:

:

:

Ermeni Sorununda Türkiye’nin Yanlışları

21 Eylül 2015 Pazartesi 09:20
Kurtuluş GÜRSES

Fransız Senatosu'nun Ermeni soykırımının inkârını suç sayan yasayı kabul etmesi, doğal olarak Türkiye'de büyük tepkilere yol açtı.                       


Yaptırım, boykot söylemlerinin yanı sıra yetkililerimiz, Türkiye'nin bu konudaki geleneksel görüşlerini yinelediler: “Parlamentoların görevi tarih yazmak değildir; tarihi tarihçilere bırakalım; konuyu araştırmak üzere uzmanlardan oluşan ortak bir komisyon kuralım; arşivleri açalım.”


Bu görüşler doğru olmakla birlikte yeterli değil. Çünkü sorun sadece bir tarih sorunu değil; belki ondan daha çok politik bir sorun.


Geçen hafta, Hrant Dink davasında mahkemenin verdiği karar vesilesiyle bazı değerlendirmelerde bulunurken şöyle yazmıştım: “Ulusların, tarihi kişiliklerden, olaylardan, bazı kurumlardan, ilkelerden, kavramlardan oluşan ortak değerleri vardır. Nasıl, bir çapa koskoca bir gemiyi dalgalara, akıntılara kapılmaktan, başıboş sürüklenmekten, savrulmaktan korursa, bir ulusun ortak değerleri de o ulusu aynı şekilde korur. Ortak değerler, ulusun ayağının yere sağlam basmasını, geleceğe güvenle bakmasını, bir ve bütün olmasını, diri kalmasını sağlar ve zaman okyanusunda dalgaların, rüzgârların önünde savrulmasını önler.”


İşte, Türkler tarafından soykırıma uğratıldıkları düşüncesi de Ermenilerin ortak değeri. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış Ermeniler, tarihlerindeki trajik bir olayı ortak değer haline getirerek, içinde bulundukları toplumlarda asimile olmamışlar, kimliklerini korumuşlar ve ortak bir hedef -soykırımı dünyaya kabul ettirme hedefi- çevresinde kenetlenmişlerdir. Bu, onlar açısından adeta bir var olma veya olmama sorunudur.


Hedefe ulaşılması durumunda bir başka aşamaya, -Türkiye'nin doğusundan toprak ve tazminat talebi aşamasına- geçileceğine kuşku yoktur.


İşte, yukarıda sorunun bir tarih sorunu değil, daha çok politika sorunu olduğunu söylememin nedeni bunlar.


Peki, Ermeniler diğer ülkelerin parlamentolarında nasıl bu kadar etkili olabiliyorlar? İşte bu soruya verilecek yanıt, asıl yapılması gerekenlere işaret eder.


Ermenilerin gücünün, bulundukları ülkelerin ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamına katkılarından ve ortak bir hedef doğrultusunda birlikte hareket etmelerinden kaynaklandığı bellidir.


Türkiye ise 60'lı yıllardan itibaren Avrupa'ya işçi ihraç etti. Bu kapsamda gidenler uzun süre uyum sorunları yaşadılar. Gittikleri ülkenin sosyal, kültürel yaşamına katkıda bulunmak bir yana, kıyafetleri, görünümleri, davranışlarıyla o toplumlara itici geldiler; ayrıca bilgi birikimleri, donanımları da yeterli değildi. Dolayısıyla bulundukları ülkelerde kararları etkileyecek baskı unsuru olmaktan çok uzaktılar.


Türkiye'nin yurt dışındaki eğitimli nüfusunun büyük çoğunluğunu ise askeri darbeler nedeniyle ülkeden kaçmak zorunda olanlar oluşturuyordu. Onların, durumları itibariyle, Türkiye'nin politikaları doğrultusunda çaba harcamaları bir yana, bizatihi varlıkları bile, bulundukları ülkeler nezdinde -haklı olarak- Türkiye'ye karşı olumsuz yargıların oluşmasına neden oluyordu. Zaten devlet de onları sakıncalı görüyordu.


Türkiye'nin asıl dışa açılması 80'li yılların sonlarına rastlar.


Günümüzde hemen hemen bütün ülkelerle ticaret yapan işadamlarımız, şirketlerimiz var.


Ayrıca yurt dışında azımsanmayacak bir eğitimli nüfusa sahibiz. Ne yazık ki, çoğu kişi hâlâ bu gruba girenleri “beyin kaybı” olarak görüyor. Oysa onları “beyin gücü” olarak değerlendirebilmeliyiz.


Avrupa'ya işçi olarak gidenlerin üçüncü kuşakları, bulundukları ülkelerde ekonomik, politik, sosyal, kültürel yaşama önemli katkılar yapar hale geldiler.


Ülkeyi yönetenler, bütün bu yurt dışı insan kaynağını doğru değerlendirebilmeli, bulundukları ülkelerde baskı unsuru olabilmeleri için ortak hareket etmelerini sağlayabilmelidir.


Fakat şimdi de Türkiye, altmıştan fazla tutuklu gazetecisiyle, melez demokrasisiyle uluslararası camiada yine bir zafiyet sergiliyor.


İşte, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, dünya basın özgürlüğü endeksinde Türkiye'yi 179 ülke arasında 148. sıraya yerleştirdi.


İşte, Amerikalı ünlü yazar Paul Auster, hapisteki gazeteciler ve demokrat yasaları olmaması nedeniyle Türkiye'ye gelmeyi reddettiğini söyledi.


Türkiye, görüntüsünü bozan, inandırıcılığını zedeleyen, elini güçsüzleştiren bütün bu olumsuzluklardan kurtulup demokrasisini geliştirebildiği ölçüde güçlü olacaktır.


Bu yazı toplam 2716 defa okunmuştur.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın diğer makaleleri
  • NEŞET ERTAŞ...22 Kasım 2023 Çarşamba 14:04
  • Demokrasi Bayramı21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Türkiye Ka(y)nıyor21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Hayatın Anlamı Üzerine21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Lezzetin Püf Noktası21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Ortadoğu’dan Sevgilerle21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Gitardaki Sentez21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Gündem Özel21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Bahri Toygar Sempozyumu21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Portakal Çiçeğindeki Cazibe21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Deli Balın Marifetleri21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Ekonomide Sıçramanın Koşulu21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Nevruz, Özür ve Sonrası21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Bahar Yazısı21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Erkan ile Sohbet21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Toplum ve Teknoloji21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Müslüm Gürses’in Katharine’i21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Kendi Ayağına Sıkmak21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • TARSU’nun Aynaları21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • CHP’li ve AKP’lilerde Karakteristik Davranışlar21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Yeni Doğuş Gazetesi ©1986 - Tüm Hakları Saklıdır, Kaynak Gösterilmeden İçerik kopyalanamaz.
    Oluşturma süresi(ms): 2