ODTÜ olaylarından sonra Başbakan Erdoğan günlerce gerginliği tırmandırıcı açıklamalar yapmıştı.
O günlerde Hürriyet’teki köşesinde Ahmet Hakan “Niye geriyor?” başlıklı bir yazı kaleme almış, o yazıda, bazılarının Başbakan’ın bu tutumunun “Sağı tahkim etmek” amacını taşıdığı görüşünde olduklarını belirttikten sonra, “(…) bütün bir Türk sağı arkasında. Zaten kenetli olan sağı daha da kenetlemek için memleketin bu denli kutuplaştırılması mantıklı mı?” diye sorarak bu tutuma akıl erdiremediğini dile getirmişti.
O günlerde –haftada bir gün yazmam nedeniyle- sıra gelmediği için bu konuya girmemiştim. Fakat Erdoğan’ın “kredi” konusunda CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönelik sözlerini duyunca bu konuya girmek artık kaçınılmaz oldu.
Hatırlayalım… Hükümetin terörü sonlandırmak amacıyla İmralı ile görüşmeler başlatmasıyla ilgili olarak Kılıçdaroğlu, bu konuda hükümete kredi açtıklarını söylemişti.
Türkiye’nin kanayan yarasının durdurulması çabasında elini rahatlatacak böyle bir açıklamaya teşekkür edeceği yerde, Başbakan Erdoğan o bildik üslubuyla, “Krediye sen muhtaçsın”, “Himmete muhtaç bir dede”, “yenilen pehlivan” gibi CHP’yi ve liderini aşağılayıcı açıklamalar yaptı.
Evet, Erdoğan’ın üslubu neden böyle itici, öfkeli?.. Ve neden geriyor?
İlk olarak, bu tarz konuşmalarla Başbakan’ın “sağı tahkim ettiği” yönündeki görüşlere katıldığımı belirtmeliyim. Üstelik böyle yapmakla sağı / tabanını tahkim etmekle kalmıyor, diri de tutuyor.
Bir başka neden onun geçmişinde yatıyor. Çeşitli konuşmalarında kendisinin ve kendisi gibi düşünenlerin yıllarca “Türkiye’nin zencileri” olarak görüldüğünü dile getirdi. En azından o öyle hissetmiş. Bu düşüncesinde ve hissinde haklıdır, haksızdır, haklıysa ne kadar haklıdır… Bunlar ayrı bir tartışmanın konusu.
Haklı olsa bile on yılı aşkın bir süredir iktidarda olan bir partinin liderinden, artık o düşüncelerini değiştirmesi, o duygudan kurtulmuş olması beklenir. Fakat Erdoğan içinde öyle bir öfke biriktirmiş ki, bir türlü ondan kutulamıyor, kendini aşamıyor.
Burada aklıma hemen Nelson Mandela geliyor. Irk ayrımının resmi politika olduğu bir ülkede ömür boyu hapse mahkûm edilen, 27 yıl hapis yattıktan sonra salıverilen, ülkesinde seçimle işbaşına gelen ilk devlet başkanı olan, resmi ırk ayrımı politikasına son veren, bunu yaparken “kan davası” gütmeyen, herkesi kucaklayabilen Mandela…
Bazı politikacılar aynı zamanda devlet adamı da olurlar, bazıları ise olamazlar. Mandela ile Erdoğan arasındaki fark, politikacı devlet adamı ile sadece politikacı arasındaki fark mı acaba?
Her neyse… On yılı aşkın bir süredir iktidarda ve ülkenin en güçlü kişisi konumunda olan Erdoğan’ın, artık kendisini çok büyük, en yukarıda, en tepede, en ulaşılmaz görmesi de öfkeli tarzının bir başka nedeni olsa gerektir. Bu nedenle muhalefet partilerinin liderleriyle ekranda tartışmayı kabul etmiyor; bu nedenle kendisine ciddi sorular soracak, deyim yerindeyse sıkıştıracak gazetecilerin karşısına çıkmıyor; bu nedenle herkese, her kuruma, hatta BM’ye bile ayar vermeye kalkıyor; bu nedenle protestoyu, eleştiriyi, hatta yukarıdaki “kredi” örneğinde olduğu gibi yardımı kabullenemiyor, “kişisel” olarak algılıyor.
Erdoğan öfkeli üslubuyla “korkutma taktiği” de uyguluyor olabilir. Bu taktiğin işe yaramadığı da söylenemez.
Nitekim böylece medyanın büyük bölümüne ayar verilmiş, işadamları hizaya çekilmiş, üniversitelerin, bürokrasinin sesi kısılmış bulunuyor.
Fakat belki de en temel neden, Erdoğan’ın uzlaşma kültürüne sahip olmaması, hatta tam tersine çatışmacı bir yapıya sahip olmasıdır. Bu öfkeli üslupla belki de en çok kendisini motive ediyordur.
2013 yılı Erdoğan açısından zor bir yıl olacağa benziyor. Cumhurbaşkanlığına veya kafasındaki şekliyle Başkanlığa giden yolu istediği gibi şekillendirmesi konusunda Gül faktörünü aşması zor görünüyor. Bu nedenle üslubunun giderek hırçınlaşması beklenebilir.
Öte yandan Erdoğan, aynı zamanda pragmatik bir lider; keskin dönüşler yapabiliyor. Bir politikacı olarak en büyük korkusu da kuşkusuz oy kaybetmek, desteğinin azaldığını görmektir. Sık sık yaptırdığı anketlerin üslubu nedeniyle oy kaybına uğradığını veya desteğinin azaldığını göstermesi durumunda tereddüt etmeden söylemlerinin tonunu yumuşatacağı öngörülebilir.