:

:

:

Başbakan ve Doğu-Batı Sentezi

21 Eylül 2015 Pazartesi 09:20
Kurtuluş GÜRSES

“Türkiye’nin Tarihi” adlı eserinde Seton Loyd, Sir William Ramsay’in, kuzeyde ve güneyde uzanan sıradağlara göndermede bulunarak Anadolu’yu “yüksek korkuluklu bir köprüye” benzettiğini söyler. Bu benzetme açıkça anlaşıldığı gibi Anadolu’nun topoğrafik yapısından kaynaklanmaktadır.


Öte yandan, “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi” uzanarak iki kıtayı birbirine bağlayan Anadolu’nun iki uygarlık arasında sosyal ve kültürel anlamda köprü işlevini gördüğü sıkça vurgulanır.


Erdal İnönü ise “Anılar ve Düşünceler”in üçüncü cildinde, “Köprü insanların yaşadığı değil, gelip geçtiği bir yerdir” diyerek bu görüşe karşı çıkar ve “… yaşanacak bir yer arıyorsanız, herhalde aklınıza son gelecek yer bir köprüdür” der. Ayrıca yıllar önce köprünün Avrupa tarafında yaşamaya karar verdiğimizi söyler.


Aslında Türklerin batıya yönelmelerinin tarihi oldukça eskidir. Candan Azer “Babadan Oğula Güney Kafkasya” adlı eserinde, Türklerin Kafkasya ve Anadolu’ya yerleşmesinin genellikle XI. yüzyılda başladığının kaydedildiğini, bununla birlikte bazı yazarların bunu II. yüzyıla kadar götürdüklerini, diğer bazılarınınsa ilk yoğun Türk göç dalgalarının V-VII. yüzyıllarda, bunu izleyen kapsamlı dalganın ise IX-XI. yüzyıllarda görüldüğünü kaydettiklerini belirtir.


Batıya doğru bu göç dalgaları sürecinde Türklerin farklı toplumlar ve kültürlerle etkileşime girmeleri kaçınılmazdır.


Osmanlı döneminde bu etkileşimin çok daha geniş boyutlara ulaştığı açıktır. Önceleri doğal akışında giden etkileşim İkinci Viyana Kuşatması’yla başlayan yenilgiler ve toprak kayıpları süreciyle birlikte tek yönlü hale gelmiştir. Yaşanan bozgunlar Osmanlılara bir şeyler yapma gereğini hissettirmiş, bu çerçevede Batılılarla / Avrupalılarla baş edebilmek, onlarla aynı düzeye gelebilmek için önce orduda başlatılan değişim, dönüşüm, yeniden yapılandırmalar, Mecelle ile hukuk sistemine kadar gelmiştir.


Aslında Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ve yaptığı devrimler Osmanlı döneminde başlayan değişim ve dönüşüm çabalarının amacına ulaştırılmasından, sonuçlandırılmasından başka bir şey değildir.


13 Ağustos 2008 tarihinde bu köşede yayımlanan “Sabah Ezanını Saba Makamında Dinlerken” başlıklı yazımda işte böylesine değişimler ve dönüşümler yaşayan Türk toplumuna hâkim olan ruh ve düşünce dünyasını anlamaya, yorumlamaya çalışırken şunları yazmıştım: “… o ruh ve düşünce dünyasının temeline bakmak gerekir. Nedir o temel, bileşenleri nelerdir? Doğulu mudur, batılı mıdır? Doğrusu ne doğulu, ne batılıdır; daha da doğrusu, hem doğulu, hem batılıdır. Doğulu köken ve kimlik üzerine Atatürk Batı değerlerini aşılamış ve bugünkü ruh ve düşünce dünyamız şekillenmiştir.


Bazılarının iddia ettikleri gibi, bu aşılama işlemi toplumu kökünden, kökeninden ayırmamış, tam aksine, bu yolla, dili horlanan, tarihine uzak bir toplumdan, dil ve tarih kurumları da kurularak bir ulus yaratılmış ve o ulusa kendine güven aşılanmış, dinamizm kazandırılmıştır. Bu sayede, “Avrupa’nın hasta adamı” unvanını kazanan(!) bir yapıdan gelinen nokta küçümsenecek gibi değildir.”


Ayrıca yılbaşı kutlamalarına karşı çıkanlardan yola çıkarak yazdığım ve 6 Ocak 2010 tarihinde yine bu köşede yayımlanan “Noel Baba’nın Çocukları” başlıklı yazıda da şunları yazmıştım: “…tarihin derinliklerine inildiğinde hemen her alanda kültürler arasında etkileşimlere rastlamak mümkün. Günümüz küreselleşme çağında ise bu etkileşimler kaçınılmaz. O nedenle, kendimi Dede Korkut’un torunu olarak hissetsem bile bu toprakların bir başka insanı Noel Baba’ya da sırtımı dönemiyorum.


Bu anlayışın sonucu olarak, örneğin, Türk müziğinin yanı sıra Batı müziği de dinliyorum, minyatür ve hat sanatının yanı sıra resim ve heykelden de zevk alıyorum, Türk edebiyatı kadar dünya edebiyatını da izlemeye çalışıyorum... Ve bu bileşik kimliğin, beni zenginleştirdiğine, bana hem kendi ülkemi, ulusumu, hem de dünyayı daha iyi kavrama yetisi kazandırdığına, yaşamı daha iyi algılamamı sağladığına inanıyorum.”


Aynı yazıda daha sonra, “Ayrıca bu bileşik kimliğin, başta ülkeyi yönetenler olmak üzere toplumumuzun çoğunluğu tarafından içselleştirilebildiği ölçüde ülkemizin önünün açılacağına ve böylece Türkiye’nin önce yakın coğrafyaya sonra tüm dünyaya gücünü yansıtabileceğine, zenginliğini paylaşabileceğine inanıyorum” demiştim.


Bu düşüncelerin sahibi ve bu satırların yazarı olarak Başbakan Erdoğan’ın Berlin’deki Türk Büyükelçiliği’nin yeni binasının açılışı vesilesiyle gittiği Almanya’da bu ülkedeki 3 milyona yakın Türk’e seslenirken söylediklerini okuduğumda doğrusu çok sevindim.


Şöyle diyor Başbakan: “Siz de, çocuklarınız da tıpkı Fuzuli’yi, Mehmet Akif’i, Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı okuyup anladığınız gibi Hegel’i, Kant’ı, Goethe’yi de okuyup, anlamalısınız. Bu şekilde iki kültürü birden öğrenmek sizin için bir külfet değil, tam tersine çok değerli bir avantaj, büyük bir zenginliktir.”


Sevindim sevinmesine ama… çoğu zaman Başbakan’ın söylemleriyle eylemlerinin örtüşmediğinin de farkındayım.


Bu yazı toplam 2909 defa okunmuştur.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın diğer makaleleri
  • NEŞET ERTAŞ...22 Kasım 2023 Çarşamba 14:04
  • Demokrasi Bayramı21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Türkiye Ka(y)nıyor21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Hayatın Anlamı Üzerine21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Lezzetin Püf Noktası21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Ortadoğu’dan Sevgilerle21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Gitardaki Sentez21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Gündem Özel21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Bahri Toygar Sempozyumu21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Portakal Çiçeğindeki Cazibe21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Deli Balın Marifetleri21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Ekonomide Sıçramanın Koşulu21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Nevruz, Özür ve Sonrası21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Bahar Yazısı21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Erkan ile Sohbet21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Toplum ve Teknoloji21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Müslüm Gürses’in Katharine’i21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Kendi Ayağına Sıkmak21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • TARSU’nun Aynaları21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • CHP’li ve AKP’lilerde Karakteristik Davranışlar21 Eylül 2015 Pazartesi 09:21
  • Yeni Doğuş Gazetesi ©1986 - Tüm Hakları Saklıdır, Kaynak Gösterilmeden İçerik kopyalanamaz.
    Oluşturma süresi(ms): 1